CHP, Değişim ve Sosyal Demokrasi
Cumhuriyet Halk Partisi'nde hafta sonu gerçekleşen kongre ile yaşanan lider değişimi, Türkiye'de çok sık rastlanmayan demokratik bir adım olma açısından önemli. Bu değişimin sadece kişiler üzerinden tartışılması yerine kavramsal bir dönüşümün desteğiyle yeni bir dönemi başlatmasını umuyorum. Buna bağlı olarak da sosyal demokrasinin, mevcut demokratik krizi aşmak için bir yol olabileceğine dair görüşlerimi kısaca anlatmak isterim.
Serbest ve yarışmacı seçimler yoluyla iktidarın el değiştirebilme ihtimali, günümüzde bir sistemin demokratik olarak tanımlanması için minimum kriterlerden biri. Soğuk Savaş'ta liberal demokrasi için gerekli görülen bu çizgi, küreselleşmeyle beraber yerleşik hale geldi. Beklenti bu minimumların üzerine çıkabilmek için sivil toplum ve toplumsal hareketler eliyle demokrasiyi radikalleştirmek bir dönem öne çıkan konuydu. Bunun gerçekleşmediği, tersine demokrasinin liberal sıfatından bile kurtularak otoriterleştiği onyılları yaşadık. Piyasalar, tıpkı 1968'teki hareketler gibi 2000'lerin başındaki küreselleşme-karşıtı/karşı-küreselleşmeci talepleri yuttu. O dönem küresel şirketlere karşı çıkan kesimler radikal olarak görülürken şimdi milliyetçi-muhafazakar kesimler bu argümana yaslanmaya başladı. Küresel ekonominin dalgalanmalarına karşı, önce içeride işleyen demokratik bir hukuk devletini inşa etmenin gerekliliği hatırlanıyor yeniden. Dolayısıyla buradan çıkış için öznelerin rolü, en azından sistem içindeki partilerin tutumu bir kez daha önem kazanıyor.
Demokrasiyi piyasalaştıran ve tüketilen bir nesneye dönüştüren rekabet yerine demokratik çekişmenin sistemi dönüştürülebilir kılacağını düşünüyorum. Seçim gibi demokratik minimumların üstüne daha fazlasını koyabilmek gittikçe zorlaşıyor. Partiler arası yarışın anlamını kaybettiği dönemde, parti-içi demokrasi açısından böyle bir çekişmenin olabilmesi, önemsenmesi gereken bir durum. CHP'deki barışçıl yönetim değişimi bu açıdan değerli. Ama bunun ötesinde bireyleri, çıkarlarını ve kurduğu ağları aşıp, ortak değerler ve kavramlar üstüne kolektif bir yapı inşa edebilmek, ortak yaşam hukukunu geliştirebilmek, kamusal bağları oluşturmak artık daha da kritik.
Ülkeyi demokratik yollarla yönetme iddiasındaki partilerimizin bir çoğunda parti-içi demokrasi, tartışma, ortak değerleri birlikte yaratma gibi beklentiler büyük düşüş içerisinde. Bunun yerine lideri takip, sadakat, sorgulamadan uygulama daha yaygın bir eğilim. Bu bir yandan parti içi merkezileşmeyi artıyor, partileri kurumsallaştırıp istikrarlı bir yapı haline getiriyor ama bir yandan da tartışmacı bir demokratik eksenden uzaklaşmaya neden oluyor. Her zaman vurguladığım gibi, gündelik hayattan, yaşanan yerlerden, ilişki kurulan ağlardan başlayan siyaset, parti içinde de demokrasiden uzaklaşma eğilimine girince, sistemin tamamının bu bu yönde bir düşüş göstermesi normalleşir.
CHP'nin tek parti döneminin sonunu sembolize eden 1950 seçimlerinde kaybettiği iktidarı bırakabilmesi, o günün standartlarında ilerici bir hamleydi ve ülkenin demokratikleşmesi açısından kritik bir adım olmuştu. Bugün hala iktidarların seçim kaybettiğinde bu sonuca saygılı olup olmayacağı tartışılabiliyor. Liberal demokrasinin sembolü ABD'de bile bu konu gündem oldu... Dolayısıyla herhangi bir yerde iktidarın değişiyor olabilmesi hala önemli bir detay.
CHP kongre sürecinde sıkça kullanılan "değişim" kelimesi, daha bir kaç ay önce değişim isteyen birine karşı kullanıldı. Ama değişimin yönü, uygulanması, kontrolü kavramı zor ve bazen tehlikeli kılan da bir unsurdur. O yüzden liberaller değişimin elitler ya da uzmanlardan tarafından kontrolünü ister; muhafazakarlar da yavaş değişim yanlısıdır; geleneği koruyarak bir değişim, mümkünse en az seviyede olmalıdır. Sosyalizm için diyalektik bir ilerleme, sistemin kendi iç çelişki ve çatışmalarından doğacak bir toplumsal mücadele kaçınılmaz olduğu için değişim de kaçınılmazdır. Ama bu kez değişimin sınıf ya da parti eliyle mi olacağı, tabandan ve sivil toplumdan gelecek müdahaleyle mi olacağı ise tartışmalıdır.
Soğuk Savaş sonrası esen "değişim rüzgarı", sosyalizme karşı iken daha keyifli gelse de neoliberalizmin ve küreselleşmenin geldiği noktada beklenen değişimlerin olmadığı, özellikle demokrasinin geldiği eksen açısından net biçimde ortada. Demokrasinin otoriterleştiği, seçimlerin değişimi değil değişmemeyi normalleştirdiği küresel çaptaki eğilimde seçimler de tek başına bir anlam ifade etmemeye başlıyor.
Değişimin neler getirebileceği, onun nasıl kurgulandığı ve yönetildiğiyle doğrudan ilgili. CHP'de değişimin, gücün kontrolüne dair Türkiye'deki partilerde nadir görülen biçimde barışçıl ve bölünmeden gerçekleşmesi bir başarı iken değişimin önceki yanlışlardan derslerin çıkarılarak yapılması da yeni bir aşama olarak önümüzde duruyor. Parti içi muhafazakarlığın ya da elitizmin devreye girerek, değişimi kontrol edecek grupların keskinleşmesi yükselen rüzgarın yine kayalıklara doğru yönlenmesine neden olabilir. Gemiyi yeni limanlara sürmenin yolu, kitlelerle kurulacak yeni bir bağdan geçiyor. O da CHP için sosyal demokrasinin yeniden keşfidir.
Sosyal demokrasi, 19. yüzyıl sonunda monarşilerden cumhuriyete geçişte kritik bir rol oynadı. Sendikalarda örgütlü çalışanların, emekçilerin taleplerinin parlamentolar aracılığıyla ifadesi ve sistem içi çözümlerin üretebilmesi için sosyal demokrat partiler liberal ve muhafazakar rakiplerine karşı hızlı biçimde güçlendi. Parti formunun, parlamentoların ve seçimlerin gittikçe önem kazandığı 20. yüzyıl başlarında, sosyal demokrat partiler özellikle Kıta Avrupası'nda yayılırken, İkinci Dünya Savaşı sonrasında toplumun ve ekonominin yeniden toparlanabilmesi için de sosyal refah ve sosyal güvence kavramlarının temelini sosyal demokrat partilerin önerileri ve politikaları şekillendirdi. Marksistlere göre, bunlar sistemin krize girmesini ve olası bir devrimi engelliyordu. Reformcu çizgi kapitalist sömürünün devamını kolaylaştırdığı için eleştirildi.
Devamında devrimin gündemden düşüp demokrasinin geliştirilmesinin asıl güzergah haline geldiği 20. yüzyıl sonlarından itibaren sosyal demokrasinin rolünün ne olacağı da tartışılmaya başlandı. Üçüncü yol "değişimi"yle birlikte sistemi iyileştirme çalışması, sosyal demokrasiyi yeniden muhafazakarların karşısında ikincil konuma düşürdü. Yunanistan'dan İspanya'ya, İngiltere'den Almanya'ya Avrupa içinde sosyal demokrat partiler silikleşti; toplumsal taleplerin taşıyıcısı olmaktan çıkıp yerleşik hale gelen krizlerin sorumlusu olarak görüldü. Buradan çıkış için sol popülist dalga sosyal demokrasinin krizini kendine yönlendirdi.
Piyasa normallerinin her şeyi belirlediği neoliberal biyopolitik zeminde kitlelerin sesi olmak için şu anda sistem içi güzergahın yeniden sosyal demokrasiyi güçlendirecek bir potansiyelleri güçlendirdiği söylenebilir. Demokrasinin otoriterleşmesi ve çoğunlukçu demokrasilerin yerleştiği dönemde, ekonomik, sosyal ve kültürel talepleri duyulur hale getirmek için, parlamentoyu yeniden halk egemenliğinin simgesi yapmak için somut olandan, gündelik hayattan ve eşitlikten bahsetmek, değişimin yolu olarak işaretlenebilir.
Yakın zamanda Siyasi İlimler Türk Derneği'nin, (geçen yıl birincisine de katıldığım) II. Siyaset Bilimi Kongresi'nde,, bundan bahsetmiştim. CHP kongresi öncesiydi, metni de CHP ve Kılıçdaroğlu'nun seçim yenilgisi öncesinde göndermiştim. Seçimi kazansa da bu yönde bir değişim gerekliydi çünkü. CHP'nin sosyal demokrat bağları kurabilmesi için kendi temellerinde, Altı Ok'taki ilkeleri günümüzün şartlarıyla yeniden gözden geçirmesi gerekiyor. Bu ilkeler içinde özellikle Halkçılık fazlasıyla göz ardı edilen bir unsur oldu. Partinin cumhuriyeti ve halkı yeniden birleştirecek, demokrasi ile cumhuriyeti yaklaştıracak adımlar atması, beklenen değişimin yönü için doğru yol olarak görünüyor.
Toplumun ortak bağlarının zedelenmesi ya da bunun sadece din üzerinden kurulmaya çalışılması, birlikte yaşam hedefinin yavaş yavaş ortadan kaybolmasıyla CHP'nin yeni yüzyılda yeni bir halk ve bunun birlikte cumhuriyete dair yeni bir söz ve program geliştirmesi, gerekli ve beklenen bir durum. Türkiye'deki ekonomik krizin durumu ortada ve bundan doğrudan ya da dolaylı etkilenen geniş kesimler varken gelir adaleti tartışmasının yeniden açılması bu yönde atılacak adımlardan biri. Güvencesiz çalışma ve esnek çalışma saatlerinin yarattığı sömürü ilişkileri, sadece büyük iktidarı kontrol etmek için değil gündelik hayatta kitlelerle yeniden bağ kurmak için de öne çıkarılması gereken bir diğer tartışma. Her halükarda cumhuriyetin bir grubun değil geniş kesimlerin birlikte yönetimi olduğu fikrini, kurucu ilkelerinde olduğu gibi, hatırlamalı. Bunu da daha önce Cumhuriyet'in 100. yılı yazısında yine bu blogta belirtmiştim.
Kısacası CHP ve değişim tartışmasının, sosyal demokrasinin sosyal refah, örgütlü ve birlikte yönetim fikirlerine doğru dönüşmesi, Türkiye'deki siyasal sistemin yenilenmesini sağlar. 20. yüzyılın ilk on yıllarındaki bu değişim, bir yüzyıl sonra yeniden gündemde ve partinin de bu yönde bir sorumluluğu var.