Türkiye Cumhuriyeti 100 Yaşında

 100 senelik cumhuriyetin 41 yılını yaşamış, iki yüzyılda da ömür geçirmiş bir cumhuriyet öznesi/nesnesi olarak 100. yıl dönümünde düşüncelerimi derleyip toparlamak, memleketin hali gibi oldukça zor. Kötümserlikle iyimserlik arasında salınıp, çeşitli uçların sonuçlarını görüp, geldiğimiz durumun kısa bir özetini kendimce çıkarmak istedim. 

Her eylemin bir öznesi, ondan etkilenen nesnesi vardır. Cumhuriyetin kurucu öznesi, Mustafa Kemal Atatürk ve onun yol arkadaşlarıydı. Yeni Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran devrimci önderler, geçmişten kopuşu hedef edinmiş, dünya çapındaki çağdaşları gibi dünyayı değiştirmek ve dönüştürmek hedefini benimsemiş, dünyayı bilen ve anlayan, aynı zamanda ona müdahale etmek isteyen bir gruptu. Bunu yaparken sadece kendilerinin hakim olacağı bir düzen değil, birlikte yönetimin, yasa eliyle kurulan bir düzenin arayışındaydılar. Cumhuriyet temel olarak budur; bir kişinin yönetmemesi ve birlikte yönetimdir. Bu makineyi çalıştıran ilk etki, devrimci müdahale ve kurucu siyasal an, Türkiye Cumhuriyeti için 1923'te tetiklendi. Birlikte yöneteceğimiz bir "biz"in varlığı da gerekiyordu. Halkın şekillenmesi, yukarıdan aşağı değil, bir grubun değil, yine birlikte sürdürülecek bir sürecin sonucu olmalıydı. Bu hedefi gerçekleştirmek pek de kolay olmadı. Pek çok gruba çeşitli baskılar olduğu bir gerçektir. Yeniyi arayan ve kuran hedef, pek çok sorunla karşılaştı. O sorunların çeşitli yansımaları bugün de devam ediyor. 

Aslında 1908'ten beri devam eden bir mücadeleydi bu. Biz yapabiliriz, yasayı kendimiz yazabiliriz ve kendimiz bu işi sürdürebiliriz hedefi... Bunu yaparken de çağın gereklerine uygun, dünyevi somut durumları şekillendirecek ilkeleri devreye soktular. Dışarıdan müdahalelere karşı, içeriyi toparlama ve birleştirme çabasıyla birlikte devam etti bu durum. Kurtuluş Savaşı denen şey, dışarıya karşı verilen askeri mücadele kadar içerideki birliği sağlayacak siyasi hamleler, söylemsel mücadeleler, ideolojik çekişmelerdir. Bunların hepsini iyi ve doğru yapan şey, halkın gelecekte özne olmasını isteyen siyasal vizyondu. O vizyonun, bakış açısının, hedefin doğruluğu, geçilen, aşılan ya da aşılamayan onca engele, yapılan hatalara karşı ayakta kaldı. Sarsıntılar duvarda çatlaklar açtı ama temeli yıkmadı. Çünkü temel, Mustafa Kemal ve arkadaşları tarafından çok sağlam/mantıklı atıldı. 

Biz '90larda ortaokul ve lisedeyken, sonra 2000'lerde üniversitedeyken Atatürk imgesi, biraz daha devletle özdeşleşmiş, Kenan Evren etkisiyle asker Atatürk olarak önümüze getirilen, korkudan kaynaklı bir sevgiye dönüşmüş durumdaydı. Bu süreçte temellerden ziyade duvardaki çatlakları görmek daha kolaydı. Çünkü sürekli duvardaki bir resme odaklandık. Buradan beslenen Kemalizm eleştirisi, halkın demokratik olarak kendi yolunu bulamaması üzerinden ilerledi. Halkın siyasal mücadelesi, genel olarak demokrasi, sosyalist ya da liberal eksenlerde eksik bulunuyordu. İslami eleştiriler de bundan beslendi ve Soğuk Savaş ertesinin ideolojileri geride bırakan bakış açısıyla bu eleştiriler önemsizleşirken, din daha pratik boyutlarıyla birleştirici bir etken olarak devreye girdi. Milliyetçilik de en temel ideolojilerden biri olarak buna eklemlendi. Halkın özne olmasına yönelik talep, dindar milliyetçi muhafazakar bir kitleye dönüştü. Bunun demokratik olup olmadığı bir kez daha tartışmalıydı çünkü dar bir demokrasi yorumu hakim oldu. Yine temellerden güç almak yerine çeşitli sorunların kaynağı olarak sadece elitlere yönelik bir eleştiriye dönüştü. Kemalist, bürokratik, hukukçu, akademisyen elitlerin yerine halkın geniş kesimlerinden kişilerin gelmesi, taşradan müdahalelerin olması istendi. Bilgi yerine inanç öne çıktı ve takip etmenin doğru sayıldığı düşüncesi gelişti. 1970'lerde güçlenen siyasal çekişme, 2000'lerin başında dindar/muhafazakar kitle lehine dönüştü; uluslararası konjonktür de buna yardım etti. Bütün dünyada dışa açılmanın ön plana çıktığı 1990'lardaki hızlı etkileşime verilen tepki, yeniden içe kapanmaya dönüşünce, popülizmle beraber güçlenen yeni bir halk arayışı Türkiye'ye de yansıdı. İçerinin iyi güzel, dışarının tehlikeli, uzak geçmişin daha iyi ve değerli, yakın geçmişin bozuk elitler nedeniyle bir kötülük olarak görülmesiyle biz de cumhuriyetin temel tartışmalarını bir anda tersine çevirip kötüledik. Sosyalist ve liberallerin başlattığı tartışma beklemedikleri bir yere dönüştü. 

1960'larda sosyal haklar ve örgütlenme, 1970'lerde farklı siyasal ekolleri doğururken sosyalist, milliyetçi ve dindar kanatlar arasındaki çekişmeyi, yeni yeni siyasi çoğulculuğu öğrenen bu halka ordunun rehberlik etmesi gerektiğine dair düşünce 12 Eylül 1980'ı doğurdu. 1960'larda başlayan, Kemalizm'in tamamlanmadığı fikri, 12 Eylül'le beraber halkı yeniden nesne, kurumları ve elitleri yeniden özne yaptı. Bugün bu özne değişti. 12 Eylül'ün devamı ama onu kötüleyen, Kemalizm'i kötüleyen ama devleti sahiplenen, devleti değiştirmek isteyen ama yeni halk kurmak isteyen Türkiye siyaseti sürekli özne/nesne gerginliği yaşamaya devam ediyor. Devlete yönelik şüpheci gerginlik, Kemalizm üzerinden Atatürk'e fatura edilmeye çalışılıyor.  Cumhuriyet anmaları, sanki o yokmuş gibi devam ediyor. Kişilere bağlı siyaset, onu da kişiselleştirirken düşüncelerini deforme ediyor. 

Ama bu kez halk yeniden devreye girip direniyor. Zorla sevdirilen asker Atatürk karşısında, halkın içinden, gelecek görüşü güçlü, yüzen, gülen, salıncak sallayan, kahve içen, uzanıp dinlenen bizden biri Atatürk imajı yeniden güçleniyor. Anlaşılıyor ki Atatürk ve Kemalist devrimcilerin umut bağladığı, geleceği emanet ettiği halk, tıpkı bizim gibi insanlardan oluşuyordu.

Benim gibi taşrada büyümüş, tek maaşla geçinen memur ailesinin yetiştirdiği çocuklar, çok uzak gördüğü bir devletin içine girdiler aniden. Geçmiş onyılların sıkıntılarıyla duvardaki çatlaklara takıldık. Temellere dair tartışma kısmi kaldı. Ama sonuçta bizlerin mücadelesiyle bu yapının şekillendiğini gördük. Konu başka bir yerde değil elimizde şekilleniyor. Nesneden özneye geçebildiğimiz ölçüde cumhuriyet bizle büyümeye devam edecek. Onca çelişki, baskı ve dışlamayla birlikte hala içeride bizimle birlikte devam eden bir süreç var. Cumhuriyet, biz ne yaparsak o. Atatürk imgesini de dondurup bırakmak yerine, neleri doğru yaptığını anlayıp birlikte mücadeleyi devam ettirmek... Halk bu şekilde özne olabilir; yoksa nesne olarak yönetilmeye devam eder. Cumhuriyet'in hedefinin de bu olduğunu düşünüyorum. Atatürk'ün ne olduğu, iyi mi kötü mü'sünden ziyade, siyasal öznelerin ne yaptığı ya da ne yapmadığı...


Çok Okunan

Sinema ve Siyaset

CHP, Değişim ve Sosyal Demokrasi